Büyük Koşuşturma
O zaman büyüyünce ne olacaktım? Ne iş yapacaktım? Hayattaki
büyük görevim ne olacaktı? Lise yıllarında başlayıp, üniversite yıllarında
artarak devam eden sıkıntılı bekleyiş. Aslında ne kadar da güzeldi herhangi bir
mesleğin yaftasının üzerimize yapışmadığı yıllar. İş hayatı dedikleri ruh
öğütme makinasına henüz girmediğimiz yıllar. Hayata bakacağımız küçük
pencerelerimizi belirlememiştik daha. Yüksekçe bir tepenin üzerinden bakıyordum
sanki. Her şey benimle ilgiliydi, ben de her şeyle ilgiliydim. Her gün yapmak
zorunda olduğum rutin bir iş olmayınca ne kadar da özgürdü her şey. Gündelik
işler o insanların işiydi. Ne kadar da büyük bir hevesle benimsiyorlardı
rollerini. Evet büyük işler başarıyorlardı. Bazen gerçekten rol yaptıklarının
farkında olup olmadıklarını çok merak ederdim. Daha sonra da en çok ilgimi
çekecek olanlar, henüz rolünü tam benimseyememiş, görevini üzerinde eğreti bir
şey gibi taşıyanlar olacaktı. Yaptıkları işin aslında bir rol olduğunu
biliyorlardı öyleleri. Kendilerini içinde buldukları bir oyun gibi bakıyorlardı
işlerine. Diğerlerinin de hayatta bir şekilde kendilerini bir oyun içinde
bulduklarının farkında olduklarından çoğu şeye hoşgörüyle bakmasını bilirlerdi.
Kolay affederlerdi, çabuk sinirlenmezlerdi. Severdim öylelerini, sayıca pek
fazla da değillerdi. Yıllar geçtikçe sayıları daha da azalacaktı. Unutacaklardı
eski çok eski zamanların birinde hep birlikte sonsuz bir oyunu birlikte
oynadıklarını, tatlı bir meşguliyet içinde kendilerini kaybettiklerini. Kolayca
unutuveren sevgili okuyuculara da ilk bölümü tekrar okumalarını tavsiye edelim.
Belki tekrar içlerinde uyanır o cennetsi ve masalsı günlerin iş dedikleri sonsuz
oyun ve maceraları.
Bir de diğerleri vardı tabi. Çabucak kim olduklarını
unutanlar. Yeni rollerine hemen alışanlar. Maskesiz yapamayanlar. İş hayatı
dedikleri maskeli baloya bir yerinden girmek için can atanlar. Önce
özgeçmişleriyle kendilerine giydirme bir kimlik uydururlardı. En büyük
yanılgıları unvanlarının kendi gerçek benlikleri olduklarını düşünmeleriydi.
Sonrasında egolarına yenik düşenler en çok bu gruptan çıkacaktı. Sonsuz
benliklerini unutup sonlu ve ölümlü maskeleri içinde mutluluk oyunu oynamayı ne
de çok severlerdi. En ufak bir şeyden ne de çok alınırlardı, özellikle de
unvanlarıyla ilgili bir tehdidi savuşturmak için gece gündüz uyumazlardı. Evet
çok çalışkandılar. Kendileri için değil de unvan dedikleri takma kimlikleri
için yaşarlardı. Özü unutmuş, kabukta bir hayat sürüyorlardı. Onları kendi
haline bırakmayı öğrendim zamanla. Uzaktan daha sevimli duruyorlardı kendi
küçük dünyalarının küçük sevinçleri ve kederleriyle. Önemli birinin gözüne
girdiklerini düşündüklerinde yüzlerindeki çocuksu kızarıklık komikti,
maaşlarını veya pozisyonlarını yükseltmek için hiyerarşik piramitte kendisinden
üstte olanların önünde bin takla atarken de sevimli görünüyorlardı. Evet çok
iyi iş çıkardın, aferin sana, zeki çocuk. Ama unuttun kendini, sonsuz
benliğini, senin de değerli olduğunu, hakiki bir hayatın olduğunu, onu
keşfetmenin birinci vazifen olduğunu, bulduğunda da ilelebet muhafaza ve
müdafaa etmen gerektiğini. Ceza olarak biraz daha koştur bakalım, kurnaz ve
zeki çocuk, sen koştururken biz de patlamış mısırımızı yiyip, kolamızı içerken senin
içine düştüğün halleri film seyreder gibi seyredip çok eğleneceğiz.
Hahahha. Devami nerdeee? Devamini isteriz.
YanıtlaSil