Kitaplar
Kitapların sayfalarını bazen sanki yolda kaybettiğim bir şeyi
arar gibi hızlı hızlı çevirirdim. Belki o sayfaların birinde bulurdum o bahçeye
dair bir kaç cümle. Bin bir gece masallarının birinde tebdil-i kıyafet gezip
halkın arasına karışan halifeyi okuyunca, gülümsedim. Sarayından uzakta çarşı
pazarda dolanırken sormuştur kendine ne işim var burada benim diye. Kitapta
anlatılan hikayeler bir labirent gibi birbirinin içine girer, hangisinin en
üstteki hikaye olduğunu benimle beraber kitaptaki kahraman da unuturdu. Hayat
kitabına çok benzeyen bir havası vardı bu başı sonu belli olmayan hikâyelerin. Her
şey mümkündü, her şey bir acayipti, her şey masallar ve rüyalar gibi
gerçeküstüydü sanki. Kader kaçınılmazdı, olaylar bir şekilde seni bulurdu, sen
onları değil.
Bir kitabı bitirip, durmaksızın diğerine geçtiğim uzun yaz
günlerinin birinde Robinson Cruzo adlı kitaba rastladım. Kitaptaki kahraman ve hikâye,
bin bir gece masallarının silik ve iradesiz kahramanlarından ne kadar da
farklıydı. Hayatta başına hiç beklenmedik olaylar gelse de, kendi kaderini
ellerine almasını biliyordu. Adada tek başınayken bile hayatını sıfırdan
kurabilmiş, kendi hayat kitabını kendisinin yazdığının bilincindeydi. Bin bir
gece masallarının Sinbat’ları, Alâeddin’leri başlarına gelen olayların içinde
adeta sürüklenirken; Robinson her ne kadar gemisinin fırtınalar içinde
batmasına engel olamamışsa da sonrasında adadaki yalnız ve ıssız hayatında
baştan sona kendi hikâyesini yazmış, olaylara adeta hükmetmişti. Her an başına
en acayip ve akıl almaz olayların gelebildiği bunun da çok doğal olduğu masalsı
bir dünyada değil; aklını kullandığında her zorluğun üstesinden gelebildiği,
aklıyla anlayabildiği ve çözebildiği bir dünyanın içindeydi Robinson.
Sonrasında da sayısız masal, roman, hikâye okuyacaktım ama bu
iki kitap dışında hiçbirisi, içimde belli belirsiz sezdiğim bu ikiliği daha net
anlatmayacaktı. Çok kişinin Doğu ve Batı dediği ve dış dünyada olduğunu
düşündüğü bu ikiliği, o yaz gününün akşamında aklımın ve ruhumun
derinliklerinde hissetmiştim. Bazen Robinson tarafım ağır basardı. Hayat akılla
anlaşılabilirdi. Üzerime düşeni yaparsam her şey olması gerektiği gibi yolunda
gidecekti. Tek yapmam gereken okuldaysam derslerime sıkı çalışmak, işteysem
görevlerimi özenle yerine getirmekti. Hayatımın ipleri benim elimdeydi. Hayat kitabı,
baştan yazılmış ve okumam ve yaşamam için bana verilmiş bir kitap değil, boş
bir kitaptı. Ben dolduracaktım içini yaptıklarımla. Hayatın da, içindekilerle
beraber tüm evrenin de yasaları vardı. Bunları nasıl kullanacağımı bilirsem
dünyanın efendisi olabilirdim. Bütün olayların da mantıklı bir açıklaması vardı
elbette. Peki dünyada neden bu kadar sefalet vardı? Savaşlarda ölenler,
açlıktan kırılanlar, haksız yere sürünenler? Çünkü bazı insanlar kötüydü
bazıları da akılsız. Tüm sorumlu onlardı. Her şey ne kadar basit ve
anlaşılırdı. Böyle zamanlarda matematik çalışır, dünyayı keşfeder, yeni işler
planlar, bilimsel makaleler yazardım.
Sonra kendimi birden bin bir gece masallarının içinde
hissederdim. Her şey yarı rüya yarı masal gibi gelirdi. Hayat anlaşılmaz ve
olaylar kopuk kopuktu. Ne yaparsan yap, kader hükmünü icra edecekti. Sanki
acayip ve akıl ermez güçlerin etki alanıydı dünya. İstediğin kadar anlamaya
çalış nafileydi. İyi şeyler yaptım diye başıma iyi şeylerin geleceğinin
garantisi yoktu. Aslında hiçbir şeyin garantisi yoktu. Dünyanın ve hayatın
yasaları olsa bile bunlar benden çok uzak şeylerdi. Hayat kitabı aslında çoktan
yazılmış ve yaşamam ve görmem için elime verilmişti. Tek yapmam gereken kendimi
olayların akışına bırakmaktı. Zaten her şey olacağına varacaktı. Oynamaya değil
seyretmeye gelmiştik. Plan yapmaya da gerek yoktu, her şey ya şans ya da
kaderdi. Kiminle evleneceğim, hangi işte çalışacağım, yarın kimlerle
karşılaşacağım, bunların hepsi başıma gelen şeylerdi. Dolayısıyla kasmaya ve
kaygılanmaya da gerek yoktu. Peki neden sokaklarda soğuktan üşüyen kimsesiz
çocuklar vardı? Evleri bombalananlar, ömür boyu çalışıp borç içinde
kıvrananlar, her türlü kötülüğü yapıp dertsiz tasasız yaşayanlar, genç yaşta
hasta olup bu dünyadan göçenler? Aslında sorumlu kimse değildi. Her şey olması
gerektiği gibi olmaktaydı. Bunları sormak da anlamsızdı. Her şey çok karışık,
muğlak ve baş döndürücüydü. Böyle zamanlarda şiirler okur, hayal dünyasında
kaybolur, rüyamdaki o sisli yerin ne anlama geldiğini çözemeye çalışırdım.
Yorumlar
Yorum Gönder