Seyahat
“Biz onlarla o bereket verdiğimiz memleketler arasında, sırt sırta
şehirler meydana getirmiştik. Böylece onlar için seyahati kolaylaştırdık.
Onlara: Buralarda gecelerce ve gündüzlerce emniyet içinde gezip yürüyün dedik.”
Dünya kocamandı.
Seyahat sonsuzdu. Uzun ince bir yoldaydım. Gidiyordum gündüz gece. İstanbul’da
doğmuş büyümüştüm. Ama tüm dünya benim ülkemdi sanki. Şehirlerini,
kasabalarını, dağlarını, denizlerini, yollarını karış karış gezmeliydim.
Görmeliydim dünyanın kaç bucak kaç iklim olduğunu. Otobüslere bindim,
kasabalardan geçtim, yol kenarı mola yerlerinde buz gibi soğuk bir havada (Bolu
olmalı burası) sıcak çorbamı içip yolların sonsuzluğunu düşündüm. Yeniden
yollara koyuldum. Ayrılıklar gördüm otobüs terminallerinde, sallanan eller,
ağlayan dolu dolu olan gözler gördüm. Bindiğim uçak, bulutları yarıp geçerken
dünyanın ne kadar küçük ve ne kadar büyük olduğunu aynı anda düşündüm. Uzak
ülkeler hayal ettim. Uzak ülkelerdeki bambaşka hayatları, bambaşka
galaksilerdeki yıldızların bizden uzak hayatları gibi hayal ettim. Pasaport
kontrolünden geçerken başka bir kişi oldum sanki. Dilini, coğrafyasını
bilmediğim ülkelerde kayboldum. Sonra gene kendimi buldum. Kendim hem aynıydı
hem de değişmişti. İnsanların, yolların, kesişen hayatların, hayallerin sonsuz
farklılığını ve sonsuz birlikteliğini hayal ettim.
Bir
yolculuk vardı, hep vardı, hayat bir yolculuktu. O Bahçeden buraya iniş
yaptığımız günden beri oradan oraya sürüklenip duruyorduk. Hepimiz Onu
arıyorduk. Uzak ülkeleri hayal ederken aslında O Mutlu Bahçeyi ve sonsuzluk
zamanını hayal ediyorduk. Uzayıp giden yollarda yaptığımız bitmek bilmeyen o
yolculuklarda O Eşsiz Anı ve Zamanüstü Zamansızlığı arıyorduk. Yol yorgunluğu
aslında zaman içinde olmanın yorgunluğuydu. Gene sona gelmemiştik. Her yolun
bitişi bir sonraki yolun başlangıcıydı. Anadolu’nun uçsuz bucaksız
bozkırlarının içindeki köyümüzde çocukken geçirdiğim mutlu yaz aylarının
sonunda İstanbul’a dönüş yolculuğu başlardı. Okullar açıldığı zaman gene
yollara düşerdik. İşe her gün gidip gelmek hiç bitmeyen bir yolculuğu baştan ve
yeni baştan tekrarlamak gibiydi. O ülkeden bu ülkeye o şehirden bu şehre
yolculuklar gene en sonunda İstanbul’da son bulurdu. Akıp giden görüntüler,
gelip geçen insan yüzleri, uzayıp giden binalar, başlayıp biten ve sonra tekrar
başlayan yollar bir kaleydoskop gibi rengarenk gözlerimin önünden geçerdi.
Renklerin, şekillerin ve şeylerin çokluğu beni büyülerdi. Başım dönerdi. Sonsuzluk
hissi damarlarımdan akıp giderken ben de hayatımın akıp gidişini seyre
dalardım. Geçen yılların ne kadar çabuk geçip gittiğini düşünürdüm. Zamanın
çılgınca akan bir nehir olduğu klişesinin ne kadar da doğru olduğunu
düşünürdüm. Sonra başka bir yolculuk başlardı. Eşyaları hazırlar, başka
hayatlara doğru yol alırdım. Katettiğim her kilometre benden bir şeyler
götürürken başka şeyler getirirdi. Yaşlanmak yol almaktı. Yol almak da
yaşlanmak.
Yol akıp
giden zamandı. Zaman da yoldu. İkisi de akıp giden bir şeydi. Askerde yatakhane
ranzalarına “Zamanı durduramazlar!” yazardı askerler. Her acının her maceranın
her sevincin her yolun bir sonu vardı. O sonun ucu da başka bir başlangıca
açılır, öylece devam ederdi. Her şey hem başlama hem bitme halindeydi. Tüm
kâinat aynı anda son buluyor, tekrar yaratılıyor, sonra tekrar son buluyordu.
Ne tam varlık hali ne de tam yokluk hali. Zaman da bu arada kalmışlığın sancısı
olarak ortaya çıkan bir şeydi. Yollar birbirine bağlanırken akıp giden zamanı
da düğüm düğüm birbirine bağlıyordu. Yeni biriyle tanıştığımızda yeni bir yol
açılıyordu önümüzde. Başka hikayeler. Kesişen yollar. Sonra ayrışan yollar.
Eski arkadaşlar birer birer silinip giderken hafızamız da bu yok oluşa ayak
uyduruyordu. Sonra başkaları oluyordu etrafımızda. Başka yüzler tanıdık yüzler
oluyordu. Hayatlar paylaşıyorduk. Yollara çıkıyorduk birlikte. Karlı yollarda,
yağmurlu ıslak yollarda, güneşten kavrulmuş çorak yollarda birlikte yürüyorduk.
Sonra birbirimize el sallıyorduk. Bazen ölüm oluyordu ayıran, bazen taşınmalar
bazen de bir okulun bitmesi, bir işin sona ermesi ya da bir tren yolculuğunun
bitişi. Yüzler değişiyor, yıllar yollarla birlikte akıyor, yeni bitişlere
ağlarken yeni başlangıçları selamlıyorduk.
Mevsimler
yazdan güze, kıştan bahara dönerken, biz de bu sonsuz dönüş içinde adeta dans
eder gibi akıyorduk. Ay dünyanın, dünya güneşin, güneş samanyolu galaksisinin
etrafında dönerken bu büyük dönüşün içinde şaşkınlıktan başımız dönüyor ama bu
dönüşe uyum sağlıyorduk. Daha dün yürümeyi yeni öğrenen bir bebekken bu kadar
kısa sürede tüm dünyayı karış karış dolaşır hale gelmemiz bir mucizeydi. Kars’a
doğru karların içinde yol alıp giden bir trenin içinde dağlara bakarken
yaratılışın sonsuzluğunu gördüm. Hayatın ne kadar masalsı ne kadar da mucizevi
ne kadar da büyülü olduğunu düşündüm. Ve tüm nehirlerin kendisine aktığı o
Büyük Okyanus’u ve tüm yolların kendisine çıktığı o Sonsuzluk Zamanı’nı hayal
ettim. Hayret ettim, şükrettim, kendimi kaybettim, kendimi buldum, gene yollara
düştüm, yolumu kaybettim, sonra gene buldum, sarhoş oldum, başım döndü, bazen
yürüdüm, sonra koştum, yoruldum, dinlendim, hayal ettim, dalıp dalıp gittim… En
nihayetinde hayat bir yoldu, yolda hayat vardı, seyahate devamdı…
“O, yeryüzünü yaşanması kolay bir yer yapmıştır: öyleyse onun her
tarafını dolaşın…Yine O'na döneceksiniz.”
* *
*
Yorumlar
Yorum Gönder