Meslek ve Çalışma Hayatı



Sizin için geceyi örtü, uykuyu istirahat kılan, gündüzü yayılıp çalışma zamanı yapan O'dur.



Neden çalışıyoruz? Evet basit bir soru ama o kadar önemli bir soru ki. Okul hayatı bittikten sonra ömrümüzün evde geçirdiğimizden daha fazla vaktini ne iş yapıyorsak, nerede çalışıyorsak orada geçiriyoruz. Her sabah erkenden kalkıp, yollara düşüp, bütün gün çabalayıp yorulup, ertesi gün aynı döngüye tekrar kaldığımız yerden devam etmek. Ömrümüzün neredeyse sonuna kadar. Eğer bu soruya para kazanmak ve geçimle ilgili bir cevap verilirse şu anlama geliyor: Hayatın neredeyse tamamını kaplayan bir etkinliğin sadece para kazanmak ve günlük geçimi sağlamak için yapılması o kadar çılgınca bir şey olurdu ki o zaman hayat dediğimiz şey; haftasonu tatillerinin (şanslı olup haftasonu tatili olan bir işte çalışanlar için), yıllık 15-20 gün izinlerin ve birkaç emeklilik yılının (o da yaşlılık, hastalık ve sıkıntılarla geçiyor) toplamı haline geliyor. Buna rağmen, etrafımda çalışan kişilerin kendi “kişisel” hayatlarını yaşamak için haftasonunu veya yıllık izni dört gözle beklemesi, orta yaş üstü kişilerin de emekliliği beklemesi kadar akıl almaz bir durum olamaz gibi geldi hep.

Meslek sahibi olmak ve çalışmak; para kazanmak ve harcamak, sonra tekrar kazanmak ve tekrar harcamak gibi anlamsız bir döngüyü sürdürmek için gereklidir diyenlere üzülelim hep birlikte. Meslek sahibi olmayı ve çalışmayı, anlamsız bir statü ve pozisyon yarışında yer kazanmak olarak görenlere de üzülelim. Çalışma hayatını insan kazıklamak olarak görenlere ise ağlayalım hep birlikte. Çünkü çalışma ve meslek her şeyden önce insanın kendini keşfetmesi, kendini tanıması ve kim olduğunu bulmasıdır. Dünyadaki misyonunu ve idealini gerçekleştirmesidir. Çöp toplayıcı bile olsa eğer bu işi dünyayı temizleme ve onu yaşanabilecek bir yer haline getirme gibi bir bilinçle ve farkındalıkla yapan adam yüce ve asil adamdır. Anlamsız bir yarış içinde yaptığı yayın sayısını artırarak akademik hiyerarşideki yerini yükseltme amacıyla değil de gerçekten okuma, öğrenme, tefekkür etme, anlama ve akıl nimetinin hakkını verme gibi bir misyonla çalışan akademisyen asil ve yücedir. Sadece kârını maksimize etmek için değil de dünyaya bir değer katmak gibi bir gayesi olan (şirket vizyon ve misyonunda cafcaflı cümlelerle bunları yazan değil gerçekten bunu isteyen) tüccar ve girişimci asil ve yüce bir kişidir. Sadece kendi seçmenini tatmin ederek oy sayısını maksimize etmeye çalışan siyasetçi değil de gerçekten adaleti, barışı ve iyiliği yeryüzünde hâkim kılmaya çalışan (seçim kaybetmek pahasına bile olsa) siyasetçi yüce ve asildir. Ayın onbeşindeki maaşından başka bir şey düşünmeyen, istenileni yapıp (o da gönülsüzce) istenilmeyeni yapmayan memur değil de gerçekten yaşanabilir ve insan onuruna yaraşır bir dünya ve ülke için çalışan memur yüce ve asildir. Çalıştığı şirketinde kurumsal hiyerarşideki yerini artırmaktan ve kendisini hiçbir zaman çok da zengin etmeyecek üç beş kuruş zammı düşünmekten başka bir gayesi olmayan değil de gerçekten anlamlı bir iş çıkarmaya ve dünyayı daha güzel bir yer hale getirmeye çalışan beyaz yakalı çalışan asil ve yücedir.

İnsan mesleği sayesinde isim ve kimlik kazanır. Üniversiteden sonra beni en çok endişelendiren şey de beyaz yakalı çalışan iticiliği ve benim de onlardan birine dönüşme ihtimalimdi. Nasıl da kendilerini çalıştıkları şirketin kimliğiyle özdeşleştirirlerdi o cicili bicili takım elbiselerin içinde. Meslek onlar için bir büyük maskeydi aslında. Gerçekte statü sahibi olduklarını göstermekti tek amaçları. Önemli olan kendi kişisel hikayeleri değil şirketlerinin başarısı ve karlılığıydı günün sonunda. Kendi kimliğimi kaybettikten sonra filanca departmanın kurumsal direktörü veya yöneticisi olmanın ne önemi vardı ki. Ben ben olarak değil de şirketin amaçlarına katkı sağlayan bir insan “kaynağı” olarak görülüyordum. Amaç değil de araçtı o çok “kurumsal” şirketlerde çalışanlar. O yüzden büyük organizasyonların içinde başkalarının projelerinin bir parçası olarak hayatımı geçirmektense kendim olabileceğim, özgür olabileceğim, kendi hikayemi kendim yazacağım bir iş yapmak isterdim. İETT’deki ilk yıllarımda hissettiğim bu duyguyu kaybetmeye başladığım için sonrasında arayışta buldum kendimi. Acaba bir üniversitede akademisyen olsam? Bir taraftan daha özgür olabilirdim, ama orada da dekanı var rektörü var, öğrencilerin hiç bitmeyecek sınavları ve idari görevler var. Bense hesabı kendime vermek istiyordum sadece. Kendi işimi kursam? Freelance danışmanlık yapmak her zaman hayalimde olmuştur. Ulaşım ve yönetim danışmanlığını bir araya getirecek şekilde çalışmalarımı sürdürüyordum. Londra’da geçireceğim beş ayı yeni bir başlangıç yapmak için geçiş süreci olarak değerlendiriyordum. En önemli hedefler: kendim olmak, başkalarının projesinde bir araç, bir insan “kaynağı” olarak görülmemek, kendi hikayemi yazmak, kendi yolumu çizmek, dünyaya hoş bir seda bırakmak, akıl nimetinin hakkını vermek, dünyayı daha güzel bir yer haline getirmek, iyiliğin yeşermesini sağlamak, tabi bunları yaparken de geçimimi sağlayacak parayı da kazanmak. Çok mu şey istiyorum acaba? Biz gene de büyük hayaller kuralım, olsun.

       *     *    *

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Anadolulu Ressamlar ve Çinli Ressamlar

Başlangıçta...

Doğum ve Dünya