Hayat ve Büyük Boşluk


Hiçbir zaman gelmez işte o an. Beklersin, sürekli başarmaya, elde etmeye çalışırsın bir şeyleri. Her seferinde bir şeyleri daha tamamlamaya, eksikliğini gidermeye çalışırsın hayatında. Ve o bir şeyler hep eksik kalır. İstediğin okulu, üniversiteyi kazanırsın, sevinci birkaç gün sürer en fazla. Bir haftayı geçmez. Alışırsın çünkü. Sonra notlarım iyi olsun dersin. Güzel bir iş bulayım dersin, bulursun da. Birkaç gün geçmez ona da alışırsın. Üniversitenin ilk sınıfında İngilizce sınavını Haziran’da geçmek istemiştim, buydu tek isteğim o yıl. Oldu da. Hem de başlangıç düzeyindeki bir öğrencinin Haziran’da A ile geçmesi daha önce görülmemişken başarmıştım. Sonucu öğrendiğim gün o kadar sevinmiştim ki! Ertesi güne kalmamıştı sevinç. Her şey normal akışına dönmüş, o başarıyı da kanıksamıştım. Şimdi geçilmesi gereken sınavlar, bitirilmesi gereken dersler vardı. Onları da aynı coşkuyla istedim. Çok isteyince de başardım. Başarının verdiği coşku ve sonrasında gelen kayıtsızlık ve kanıksama hali o kadar paradoksal ki. Askerdeyken tezkereyi alacağım günü o kadar sabırsızlıkla bekledim, o kadar bekledim ki, o gün sevinçten hayatımın en mutlu günüydü. Ertesi gün değil belki ama ertesi hafta hayat normale dönmüş, sanki özgürlüğüme kavuştuğum gün eski bir hatıra gibi gelmeye başlamıştı.

Sonra başka başka hedefler. İnsan hayatı hep bir arayıştan ibaret. Doğar doğmaz annesinin memesini arayan bebek nasıl içgüdüsel bir hareketle bunu yaparsa, sonrasında da arayış aynı şekilde devam eder. Hiç bitmez. Sadece aranan, emilmeye çalışılan meme değişir. Başka şekiller alır. Kazanmak, her başarıyı emmek ister insan. Yapışır adeta. Çok ister. Elde eder. Sonra bıkar. Sonra gene ister. Başka bir şey ister. Çocukken lunaparkta gördüğü atlı karıncaya o kadar binmek ister ki. Ondan aldığı keyfi unutması akşamı bulmaz. Sonra güzel bir işe girmek ister. Maaşı iyi olsun ister, hatta hızlı bir şekilde yükseleyim ister. Yükseldikçe merdivenin basamakları uzayıp gitmeye başlar. Hiç bitmez. Her pozisyonun bir üst pozisyonu vardır. Yönetici olur bir şirkete, cirosu daha büyük bir şirketin yöneticisi olmak ister. Güzel bir ev alır. Sonra bahçesi de olsun ister. Kullandığı arabanın hep yeni modeli çıkar. Sürekli değiştirir. Her şey eskir. İlk elde edilince biraz olsun hissedilen, ama hızlı bir şekilde uçup buharlaşan o kusursuz güzellik ve tatmin duygusu yerini hep tatminsizliğe ve yeni arayışlara bırakır. Çünkü her şeyde bir kusur vardır. Özellikle kondurulmuştur sanki. Binyıllardır tekrarlanan meşhur gül-diken klişesi ne kadar da doğrudur. Bu kadar doğru olduğu için bu kadar klişe olmuştur sanki. O diken oraya rastgele değil bilerek kondurulmuştur. O kadar güzel olan şu kadının düşünceleri ne kadar da sığdır. Adam yakışıklıdır, etkileyicidir, başarılıdır birçok konuda. Ama niyeyse bir türlü tam olarak bağlandığından, aldatmayacağından emin olunmaz. Her şey çok iyi giderken endişe ve kuşku kaplar insanın içini.

Dünyanın parasını vererek alınan rezidanstaki eve gene de hırsız girebilir. Ekonominin ters gidişi, paranın değer kaybetmesi ya da bankanın batması tüm birikimleri heba edebilir. Çocuğun okula gidip gelirken kendini bilmez hödüğün biri arabayı son sürat çocuğunun üstüne kırabilir. Her şey güzel giderken yakınlarından biri vefat eder. O da unutulur, her gün televizyonda birileri birilerini öldürür. Dünyanın farklı yerlerinde bazen de çok yakında bir yerde, kendi ülkende bombalar patlar. Ölüm kendini her köşe başından hatırlatır. Her şey mükemmel olsa da ben buradayım, unuttun mu yoksa der. Hayatına başarı üstüne başarı eklerken yaşın oldukça ilerler. Yıllardır hayalini kurduğun emekliliğe ulaşmışsındır, artık dünyayı gezebilirsin ya da bahçende istediğin gibi ağaç veya çiçek yetiştirebilirsin. Sonra bir hastalık bulur seni. Yaşlanınca hücrelerin de eskidiği için eski dayanıklılığını kaybeder, buluttan nem kapar artık. Hem de o kadar sayısız hastalık var ki, bir tanesinin seni o gün bulmaması bile mucizedir. Çocuklarından birinin de işi bozulmuştur. Büyük borca girmiştir. Onu kurtarmaya çalışırsın bu sefer.

Dünyanın en ileri ülkesinde yaşarsın, hayat aynıdır. İlerleme, yeni bir çağa geçme, aydınlık yarınlar edebiyatı yapılır. Ama o gün hiç gelmez, yüzyıllar geçse de aynı masallar söylenir. Ya da ülkede hep bir şeyler kötü gidiyordur. Siyasetin çıkar üzerine kurulduğunu görürsün, idealistsen hayal kırıklığı yaratır bu. Ya da tam tersi de olabilir, ülke huzur içindedir, ama senin cebinde para yoktur bu sefer. Yıllardır uğraşır didinirsin, sonunda iktidar olursun, her şey senindir. Kendini binbir oyunun içinde bulursun bu sefer. Dünyanın bir yerlerinde ülkeler hep birbirinin altını oymaya çalışır. Aniden savaşlar patlak verir. Milyonlarca insan evsiz kalır, başka ülkelere sefil bir şekilde göçmeye çalışır. Çocukların ellerinin, kollarının koptuğunu, kimisinin küçücük bedenleriyle ölümü kucakladığını görürsün gazetelerde ya da internette. İçin burkulur, elinden bir şey gelmez, daha da burkulur. Sonra hayatına kaldığı yerden devam edersin. Kurulduğu zannedilen düzenler yıkılır. Birileri kazanır birileri kaybeder. Sonra o kazanan birileri bu sefer kaybenlerden olur. Kazananlar el değiştirir. Hiçbir şeyden emin olamazsın. Her şey sanki sallantıda gibidir. Kime güveneceğini bilemezsin. Kimseyle konuşmadan içine kapanıp dünyanın volume’ünü düşürmek istersin. Çok uzun sürmez, gene koşarsın arkadaşlarına, işine, gündelik hayatına. Kalan işler daha da birikmiştir. Bitmesi gereken o kadar iş vardır ki hangi birine başlasan, yeni birisi başlar. Koşuşturma hiç bitmez. Hep acildir çünkü işler, beklemez. Günlerdir tamamlamaya çalıştığın evraklarda gene bir eksik çıkar. Alacaklılarından biri gene parayı zamanında yatırmaz. Keyfini kaçırır o gün. İş başvuruları yaparsın, aylarca dönen olmaz. İş güzel giderken birden yöneticin değişir, gelen gideni aratır, yeni gelen huzur vermez sana. 

Doğumdan ölüme uzanan bu sonsuz istek-tatmin-unutuş-yeniden istek-yeniden tatmin-yeniden unutuş döngüsü ve her şeyin hiçbir zaman tam ve mükemmel olmaması hali o kadar sinir bozucudur o kadar bıkkınlık vericidir ki yeter artık bir sonu olsun istersin. O son gelsin istersin. Şöyle bir rahat edeyim dersin. Tam etmişsindir bu sefer başka bir şey çıkmıştır. Mücadeleye alışmışsındır, ama yenemeyeceğin üstesinden gelemeyeceğin şeyler çıkmaya gene devam eder. Vazgeçersin, o da uzun sürmez, gücünü toplar toplamaz gene hayatla savaşmaya başlarsın. Hayat bu döngüde son ana kadar gider. Kimse çıkamaz bu döngüden. Çıktığını iddia eden mistik kişilerin nirvana/fenâ halleri uzun sürmez. Gene dönerler dünyaya ve onun bitmez gailelerine.

Yaratan, insanı yaratırken içinde öyle bir boşlukla yaratmıştır ki dünya yetmez o boşluğu doldurmaya. O hep orada kalır. Hiçbir zaman dolmaz. Dolar gibi olur, ama görülen, bir illüzyondan bir seraptan başka bir şey değildir. Gül ve dikeni gibi. Her şey güzel görünür dünyada. Tutmak, kana kana koklamak istersin, yapışmak istersin. Ama elin kanar. Sızısından kokuyu duymaz olursun. Gülün etrafından kibar kibar dolanırsın, aman elim kanamasın gene dersin, bu sefer de endişeyle yaklaştığın için gülden keyif almaz olursun. O kadar güzel görünüyordur o kadar güzel kokuyordur ki, tam işte elde ettim doya doya kokluyorum dersin, sonra gene elin kanamaya başlar. Hayal kırıklığına uğrarsın. Ağlarsın sonra. Sonra gene aynı döngüyü artık bir kader gibi kabullenirsin. İçin burkulur. Hayalimde olan ve gerçekte olan zıtlığını iliklerine kadar yaşarsın.

Yazar metaforu burada bırakıp, yorumu okuyucuya bırakabilirdi. Ama bırakmamayı tercih ediyor. Keşfettiğini sandığı şeyi sabırsızlıkla paylaşmak istiyor. Ne kendini bilmez saygısız yazarlar var. Hem de eski klişeleri tekrarlamaktan başka da bir şey yapmıyorlar utanmazca. Ama hikâye hiç değişmediği, aynı hikâye ilk insanın dünyaya ayak basışından beri milyarlarca defa yaşandığı için ve yaşanmaya devam ettiği için ve de o Son Büyük Güne kadar yaşanmaya devam edeceği için geçerliliğini hiç kaybetmez. Sadece hikâyenin kahramanları değişir. Örnekler de pek değişmez. Gül ve diken metaforu hep geçerlidir. Çünkü Yaratan bilerek böyle yaratmıştır. Dikenleri koymuştur gülün üstüne ki, dünyanın anlamını/anlamsızlığını görebilsin insanoğlu. Anlamsızlıkta bulsun o büyük anlamı diye. O ağacın meyvesinden yediği için kaybettiği o sonsuz bahçeyi acıyla hatırlasın istemiştir. Gülün kalbine giden yolları kapatmıştır bu dünyada, o yolları dikenlerle süslemiştir. Ne sadece diken ne de sadece gül. Acıyı güzelin içine karmıştır. Cennetin (yakınlık) içine cehennemden (uzaklık) eklemiştir, dünya denilen yerde ikisini de tatması için insanoğlunun.

“Dünya hayatı bir oyun, bir eğlence, bir süs ve kendi aranızda övünme, mal ve evlat çoğaltma yarışından ibarettir. Bu, tıpkı bir yağmura benzer ki; bitirdiği ot, ekincilerin hoşuna gider, sonra kurur, onu sapsarı görürsün, sonra çerçöp olur. Ahirette ise çetin bir azap; Allah'tan bağışlanma ve rıza vardır. Dünya hayatı, aldatıcı bir zevkten başka bir şey değildir. “

*     *    *

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Anadolulu Ressamlar ve Çinli Ressamlar

Başlangıçta...

Doğum ve Dünya